18 Ekim 2014 Cumartesi

RÜZGARLI BAYIR/UĞULTULU TEPELER-EMILY BRONTE

Kitap Künyesi
Adı:Rüzgarlı Bayır-Uğultulu Tepeler
Orijinal Adı:Wuthering Heights
Yazarı:Emily Bronte
Çevirmen:Naciye Akseki Öncül
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa:399

Açılışta 1801 yılına götürüyor roman bizi. Lockwood kafasını dinlemek için sessiz sakin bir yere        
  -Thrushcross Grange- yerleşir. Ardından ev sahibi Heathcliff ile görüşebilmek için Uğultulu Tepeler'e gider. Bu ziyaret boyunca ev sahibi tarafından istenmediğini anlar ama buna rağmen oraya tekrar gider. Üstelik bu ziyareti yaptığı gün çıkan fırtına onun Heathcliff'in evinde kalmasına neden olur. Adeta mutsuzluktan ölecek olan ev halkı onu istemese bile. Bu iki ziyaret boyunca evdekileri az çok tanır.Evin gelini Catherine'i önce Heathcliff 'in eşi sanmak hatasına düşer,ardından Heathcliff'in oğlunun öldüğünü öğrenir. Hatta burada da evde çalışan Hareton Earnshaw'u da Heathcliff'in oğlu sanıyor. Anlayacağınız Lockwood karakteri de istenmediği evden kovulmak için zorla kaşınıyor.(Yalnız gerçekten adamı kovmaktan beter ettikleri yerler bir hayli esprili.)

"Kırlarda olsun,kentte olsun,vakit geçirmek için arkadaş aramak hevesinden hepten kurtuldum artık. Akıllı bir insan için en iyi arkadaş kendisidir."

Neyse Lockwood geceyi orada geçirip ertesi gün eve dönüyor ama şifayı da kapıyor. Ama o hastalıkla falan uğraşmıyor tek derdi bu aileyi çözmek. Eee birazda Catherine'dan etkilenmesi var tabi. Karşısına evle birlikte devredilen hizmetçiyi alır karşına aileyi soruşturmayı başlar. Ve bu konuda oldukça şanslıdır çünkü Nelly Dean adlı hizmetçi Catherine'nın annesi Catherine Earnshaw ile birlikte büyümüş ve yıllarca ona hizmet etmiştir.Doğal olarak Nelly anne Catherine'nın çocukluğuna inerek ne var ne yok anlatmaya başlıyor  ve belirteyim kitap neredeyse komple Nelly'in anılarını anlatmasından oluşuyor bundan sonra.

Birden canlanarak,"Ne zamandan beri buraya kapandım?" diye sordu.
""Pazartesi akşamıydı,"diye karşılık verdim."Şimdiyse perşembe gecesi daha doğrusu artık cuma sabahı."
"Ne?Hala aynı haftada mıyız?" diye haykırdı."Yalnız bu kadarcık bir zaman mı?"
"İnsan yalnız soğuk su ve kötü huyla yaşarsa uzun bile,"dedim.

Şimdi aile ağları biraz kafa karıştıracak ama şöyle anlatalım. Anne Catherine ve Heraton'un babası Hindley kardeşler.Yıllar önce bu iki kardeşin babası bir seyahatten dönerken kimsesiz olan Heathcliff'i yanında getirir. Ve büyütmeye başlar. Ama en büyük sorun Hindley'in babası tarafından çok sevilen Heathcliff'i hiç sevmemesidir. Yer yer babası ölünce,ev kendisine geçince Heathcliff'e yapacaklarını ima etmektedir.
Hindley Heathcliff'i ne kadar sevmezse bilin ki kardeşi Catherine Heathcliff'i daha fazla sevmektedir. Adeta bir elmanın iki yarısı gibi olmuşlardır. Aradan zaman geçer ve kardeşlerin  babası vefat eder.  Tabi ki uzun zamandır bu anı bekleyen Hindley evin hakimiyetini ele geçirir ve Heathcliff'e eziyet başlar. Bu eziyetlerde Heathcliff'in tek destekçisi,yoldaşı Catherine olsa da ilerleyen günlerde Catherine Linton ailesini ile tanışır ve Heathcliff ile arasına mesafe girmeye başlar.Hindley ise  Catherine'nın,Isabella ve Edgar Linton kardeşler ile birlikte olmasından memnun olmaktadır.

"Yaptıklarını da ona ödetmek pek hoşuma gider;ama sonunda üstüme kalmamak koşuluyla.Yalnız ihanetle şiddet iki ucu sivri oklara benzer;kullananları düşmanlarından beter yaralarlar. "

Haliyle evin istenmeyini olan Heathcliff'in nasıl olup da Catherine'nın kızı ile oğlunu evlendirip,Hindley'in oğlunu evin çalışanı haline getirip evin sahibi olduğunu fazlasıyla merak ediyoruz. Bize de bunu Nelly'in ağzından dinlemek kalıyor.

"Şimdi artık Heathcliff'le evlenmek,kendimi de o düzeye indirmek olur; o kendisini ne kadar sevdiğimi hiç bilmeyecek;hem onu yakışıklı filan diye sevmiyorum, Nelly;benden daha çok bana benziyor da onun için seviyorum. Ruhlarımız her neden yoğrulmuşsa,ikimizin de aynı. Linton'ınki ise ay ışığının şimşekten,buzun ateşten ayrı olduğu kadar bizimkinden ayrı."

Gelelim yorumuma galiba ilk kez  bir kitap hakkında ne yazacağım hakkımda ikilemde kalıyorum. Diyeceğim ki  muazzam bir klasik,bir baş yapıt diyemiyorum. Eee sıkıcı beğenmedim vs. hiç diyemiyorum. Galiba fazlasıyla arada kaldığım bir kitaptı. Öncelikle Catherine ve Heathcliff'in sevgisi dillere destan olacak türden. Karakterlerin aşklarını ifade edişleri belki de okuyacağınız pek çok aşk romanında rastlayamayacağınız cümlelerden oluşuyor.Oldukça derinden gelen bambaşka cümleler bunlar.

"Ama kesinlikle sen de, başka herkes de duyar ve bilirsiniz ki,kendinizin dışında,yine siz olan bir başka varlık vardır ya da olmalıdır. Eğer ben yalnızca bu beden içinde var olsaydım,yaratılmamda ne yarar olurdu;benim  bu dünyada çektiğim büyük acılar, Heathcliff'in de acıları oldu.Onların her birini daha başından beri gözledim,duydum.Benim yaşamım onda odaklaşır.Yeryüzünde her şey yok olsa da yalnız o kalsa,ben var olmakta devam ederim;başka her şey yerinde dursa da yalnız o yok olsa,evren bana tümüyle yabancılaşır. Ben artık bu evrenin bir parçası değilmişim gibi olur.Linton'a olan sevgim ormanlardaki yapraklar gibidir. İyice biliyorum ki,kış ağaçları nasıl değiştirirse,zaman da benim sevgimi değiştirecektir.  Heathcliff'e olan sevgim ise toprak altında değişmez kayalar gibidir. Görünüşte pek hoşa gidecek yanı yoktur ama onsuz olmaz."

Olaylar geliştikçe diyebileceğim şeyler :aşkın en şiddetlisi sanırım nefretinde en şiddetlisi doğruyor ve zaten intikam planları hazırlayan Heathcliff'in gözü resmen kararıyor.İşte bana ters gelen şey X kişisinin işlediği suçun bedelini X'in oğlu,kızı,karısı,kocası,kardeşi,annesi vb. ödemesi. Ama nerede Heathcliff neredeyse kitaptaki karakterlerin çoğunun anasından emdiği sütü burnundan getiriyor ki bu da beni rahatsız ediyor hatta fazlasıyla rahatsız ediyor. Bu kadar büyük bir aşk bu kadar büyük bir nefretle iç içe olunca kitap benim için nedense kolay ilerlemiyor.
Şöyle bir özetlersek aşkın,sevginin masumca,samimi bir şekilde anlatılırken intikamının da fazlasıyla acı bir şekilde alındığı bazen ağır bir kasvet havası hakimken bazen içinize sevgi kelebekleri dolduracak derecede sevimli olan bir kitap.
Son olarak önsözde çevirmen şöyle bir şey yazmıştı "okuyan kişiye göre nitelenen bir eser" ,doğal olarak eminim siz okursanız bambaşka bir yorum getirebilirsiniz.









2 yorum:

  1. Uğultulu Tepeleri severim ve sanırım yorumunuz bu kitaba dair okuduğum yorumlar içerisinde en beğendiğim oldu. 'aşkın en şiddetlisi sanırım nefretinde en şiddetlisi doğruyor.' İfadesine ise kesinlikle katılıyorum, cümleyi okuduğumda başka birinden daha duymak bunu şaşırttı beni. Elinize sağlık :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim yorumunuz beni çok sevindirdi.Uğultulu Tepeler beni ikilemde bırakan bir kitap olsa bile aşk ve nefret ilişkisi aklımda çıkmayacak şekilde işlenmişti. Bir de blogunuzu takip ettiğim kadarıyla bazı zevklerimiz ortak, bu kitapta da aynı yorumda bulunabilmemizi çok doğal karşılıyorum :) Asıl güzel yorumunuz için sizin ellerinize sağlık...

      Sil