17 Haziran 2020 Çarşamba

THE LIFE AQUATIC WITH STEVE ZISSOU-SUDA YAŞAM (2004)

Steve Zissou (Bill Murray) ekibiyle Belafonte gemisinde denizleri dolaşarak belgeseller çekmektedir.

 Oldukça ünlü olan Zissou'nun son belgeseli ne yazık ki çok yakın dostu Estanban'ın bir Jaguar köpek balığı tarafından öldürülmesi ile son bulur. 


     Zissou bir sonraki belgeselinde o köpek balığını bulup öldüreceğini ilan eder ve
                                                 yeni belgeseli için kolları sıvar.

 Çekimlere başlamadan Ned Plimpton (Owen Wilson) Zissou'nun hayatına dalıverir.  


    Steve Ned'in gayrimeşru oğlu olduğunu düşünür ve maddi destekçisi karısı Eleanor'un 
                                    (Anjelica  Huston) izniyle Ned'i  de adaya davet eder.


                   Adadaki günlerinde Ned'e ekibimde çalış diyen Steve, kıskanç çalışanı Klaus 
                        (Willem Dafoe) tarafından tepki alsa da bildiğini okumaktan vazgeçmez.
                                           Babasına hayran büyüyen  Ned ise teklifi kabul eder. 


Tekne ekibinin bir de hamile bir gazeteci ziyaretçisi vardır. 

 
    Jane Winslett-Richardson (Cate Blanchett) gazetede yazmak için belgeselin çekimlerine
                                   katılır lakin  Steve ile anlaşması hiç kolay olmayacaktır. 

                            

                Bizlere de birbirinden bu kadar farklı karakterlerin sadece Steve'in gördüğü bir 
                             köpek balığın  peşinde koştururken başlarına gelenleri izlemek kalır. 

      

Wes Anderson severek izlediğim yönetmenlerden. Genelde yönetmen araştırması yapmadan film izleyen biri olarak, Wes Anderson cidden sevdiğim, filmlerini izleyeceğim nadir yönetmenlerden biri.  Anderson'un  filmlerini çoğunlukla sevsem de bu filminde biraz eksiklik hissettiğimi inkar etmeyeceğim. İlk olarak filmin beğendiğim yerlerini yazayım. Öncelikle kurgu sıra dışıydı, karakterler her zamanki gibi birbirinden ilginçti. Filmin renkleri capcanlıydı. Deniz canlıları başarılı şekilde aktarılmıştı. Birbiri ardına gelişen olaylar temponun hızının düşmemesini sağlıyordu.
Bunlara rağmen karakterlerin aşırı donuk olduğunu söyleyebilirim. Hele baba-oğul meselesi iki karakterin de fazlasıyla donuk yaklaştıklarını hissettiriyordu. Akabinde senaryoda açık edilmeyen bir iki detay vardı özellikle bir tanesi kafama takılmadı değil.
Ek olarak hoşuma gitmeyen iki sahne vardı.
Son söz IMDb tarafından 7.3 puan alan yönetmenin en sevdiğim filmleri içerisine yerleşemeyen ama gene de bambaşka kurgusu ile kendini izlettiren bir filmdi.

14 yorum:

  1. Ne güzel kısaca görselleriyle anlatmışsın teşekkür ederiz :(

    YanıtlaSil
  2. :) gülücük koyacaktım yanlış oldu 😄

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok düşüncelisin, yorumun için kocaman teşekkürler :)

      Sil
  3. Gözden kaçırdığım filmlerden, incelemenizi okuyunca merak ettim. Listeme ekliyorum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yönetmenin en iyi filmi değil ama umarım seversiniz :)

      Sil
  4. Ben de çok seviyorum Wes Anderson'u :)

    YanıtlaSil
  5. hiç duymadım aklımda olsun, murray de severiim belgesel dee :) planet earth aklında olsuun :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yönetmenin en güzel filmi olmasa da başka bir film :)

      Sil
  6. Aa ilk defa gördüm bakacağım :)

    YanıtlaSil
  7. Daha önce duymamıştım🤔İlginç bir hikayesi var😊

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hikaye ilginç ama bazı detayları sevemedim :(

      Sil
  8. Yanıtlar
    1. Yönetmenin çok daha iyi filmleri var, bu filmde bir olmamışlık vardı ne yazık ki :(

      Sil