Kitabın Künyesi
Kitabı Adı: Kaiken
Yazarı: Jean
Christophe Grange
Çevirmeni: Tankut
Gökçe
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa: 383
Açılışı Başkomiser
Olivier Passan’ın bir suçluyu suçüstü yakalamaya çalışmasını, planladığını gibi
yakalayamadığı suçluyu neredeyse öldürmekten kıl payı vazgeçtiğini okuyarak
yapıyoruz. Bu suçlu Doğumcu lakabını almış hamile kadınları akla gelmeyecek
derecede korkunç bir şekilde katleden bir caniden başkası değildir. Passan’a
göre bu cani Patrick Guillard’dır. Zaten son vakada her şey Passan’ı haklı
gösterse de Guillard delil yetersizliği ile suçlamadan yırtıyor. Üstüne üstlük
Gulliard’ın zamanında Passan için çıkardığı yasaklama emrini Passan’ın
çiğnemesi, Passan’ın yakaladığında onu tartaklaması, suçüstü yakalamaya giderken
yanına sadece yardımcısı Fifi’yi alması vs. sebepler sağ olsun Passan suçlu
konumuna düşüyor.
Korkmuştu,gerçekten korkmuştu ama asla geri çekilmemişti. Bunun basit bir sebebi vardı: Geri çekilmesi durumunda hayatını lekeleyecek utançla mukayese edildiğinde tehlike hiçbir şeydi.
Passan yılacak
cinsten değil, soruşturmadan alınsa da hatta saçma sapan bir işle
görevlendirilse de Doğumcu’yu yakalamak için gizli saklı çalışmalara devam
edecektir.
Bir hayat. Başlangıçta niyeti çok kahramancaydı. Passan adalet adına hareket ediyordu. Kötüleri yakalıyor, toplumu koruyor, Cumhuriyet’in değerlerini savunuyordu. Ama bu görev bir mesleğe ve bu meslekte bir uyuşturucuya dönüşmüştü. İyi artık onun için soyut bir değere dönüşürken, Kötü onun her gün karşılaştığı gerçeği olmuştu.
Doğumcu mevzusunu
burada bırakalım ve Passan’ın ailesini tanıyalım. Passan Naoko adlı Japon bir
hatunla evli, 2 tane oğlu var Hiroki ve Shinji… Bu evlilik boşanma aşamasına
gelmiş, şimdilik güzelim villalarında dönüşümlü olarak kalıp çocuklarına
ebeveynlik etme kararı almışlar lakin uzun vade planları hale belirsiz.
Aşkta sadece davranışlar önem taşır; kelimelerin hiçbir kıymeti yoktur.
Kitabın daha
başlarından Passan’un Japonya’ya olan hayranlığından bahsediliyor ki öyle böyle
basit bir hayranlık değil bu adam pek çok Japon’un bilmediği yazarları
okur, Japon bestecileri dinler, intihar eden ünlü Japon’ların posterleriyle
duvarlarını süsler, geleneksel Japon değerleri el üstünde tutar, hatta
bahçesinde bir Zen bahçesi bile vardır o derece saplantılı bir adamdır. İronik
olan ise Japonya’nın başta geleneksel değerleri olmak üzere her şeyine hayran
olan bu adamın Japon karısının
geleneksel değerlerinin “g”sini dahi duymaya katlanamamasıdır.
Tekrardan Gulliard’a geçelim Passan adamın DNA’sına ulaşmış ve onun hermafrodit olduğunu öğrenmiştir, ayrıca Gulliard’ın
kendisi gibi yetimhanelerde büyüdüğünü de öğrenmiştir ve cinayeti onun
işlediğinden yüzde yüz emin olduğu için yasaklara rağmen hala peşinde
dolanmaktadır.
Ardından, gerçek isyanın düşmana göre davranmak değil, sadece ve sadece onu görmezden gelmek olduğunu söylemişti. O yokmuş gibi davranmak gerektiğini. İşte o zaman insan özgür olurdu. Kendi isteklerinin ne olduğunu anlayabilirdi.
Tam bu zamanlarda Passan’ın
villasına izinsiz girişler başlıyor ve bu girişlerde hoş olmayan anılar
bırakılıyor villaya. Passan bu saldırıları yapanın Doğumcu olduğunu düşünse
Gulliard’ı gözleyen polisler bunun zamanlama açısında imkansız olduğunu
vurguluyor.
Passan’a da hem
Doğumcu’yu yakalamak hem de evine girenin Doğumcu olup olmadığını anlamak
kalıyor.
Bu seyahat bir aptallık, diye ekledi alçak sesle.Ve Fransa da aptallıklar yalnız yapılır.
Öncelikle Kaiken
nedir onunla başlayalım. Kaiken samuray kadınlarının intihar etmek için
kullandığı bir hançer ve Passan bunu karısına hediye ediyor, varın siz düşünün
adamın vermek istediği mesajı…
Yorumuma geçersek…
Nasıl başlasam
bilemiyorum Grange’in en sevdiğim 5 yazardan biri olmasına mı değineyim, yoksa
en beğendiğim 10 kitabın içinde yazarın Leyleklerin Uçuşu kitabının olmasından
mı bahsedeyim bilemedim. Ya da yazarın bazı kitaplarına bayıldığımı ama
bazılarını ise oldukça vasat bulduğum kısmına mı geçeyim hemen.
Anlayacağınız yazara
ne kadar bayılsam da Kaiken’de vasat bulduğum kitapların içine girdi
hemencecik. Hani birazcık iyi davranıp vasatın bir gömlek üstü diyeyim en
iyisi.
Peki Kaiken’i neden
sevmedim?
İlkin genelde katilin
kitabın başından beri olduğu kitaplara biraz negatif yaklaşırım, yazar bu
kitabında Siyah Kan ile aynı formatı işlemiş ve katili daha ilk sayfalardan
bize tanıtmış. Bu yüzden bir eksi.
İkincisi ve en
önemlisi sevgili yazarın sanki iki kitap yazmışta sonra dur ben bunları
birleştireyim demiş izlenimine kapılmam. Kitabı okuyanlar bahsettiğim şeyi az
çok fark etmiştir. Yazar bunu yapmak yerine iki ayrı kitap çıkarsa ortaya çıkan
eserler daha güzel olurdu eminim.
Üçüncüsü yazar başta Doğumcu olmak üzere bazı konuları
resmen geçiştirmiş. Halbuki sırf Doğumcu’yu baz alan bir kitap yazsa ve onun
tahlilleri ve işlediği cinayetleri derinleştirse harbiden sağlam bir kitap
ortaya çıkardı. Çünkü Doğumcu akla hayale zor gelen bir karakter.
Son olarak kitapta
geçen mekan isimlerinin fazlalığı beni rahatsız etti. Biz biliyoruz ki Grange
sokak isimlerine kadar her şeyi detaylıca verir ama bu kitapta sanki biraz
fazla kaçmıştı.
Peki kitapta sevdiğim
şeyler neler?
Kitabın her şeye
rağmen oldukça akıcı olması bir oturuşta 100 sayfayı devirebilirsiniz.
Sonrasında Japon
kültürü ve Japonya’nın bize aktarılmasında yazarın dört dörtlük bir başarı
sergilediğini de eklemek lazım.
Son olarak da
yukarıda dediğim gibi Doğumcu’nun akla hayale gelmeyecek bir karakter olması.
Son söz olarak bugüne
kadar hiç Grange okumadıysanız ve bu tarz kitapları seviyorsanız yazarın
Leyleklerin Uçuşu, Kızıl Nehirler, Şeytan Yemini kitaplarıyla başlamanızı
ardından Sisle Gelen Yolcu, Kurtlar İmparatorluğu ile devam etmenizi sonrasında ise
külliyatı tamamlamak adına bence biraz vasat kalan diğer kitapları ile devam
etmenizi öneririm.
Sevdiğim yazarlardan bir tanesi. Bu kitabını merak ediyordum. Yorum için teşekkürler :))
YanıtlaSilRica ederim :)
SilSevdiğim yazarlardan bir tanesi. Bu kitabını merak ediyordum. Yorum için teşekkürler :))
YanıtlaSilGrange adını çok duyduğum ama hiç okumadığım bir yazar. Elimde yazarın Siyah Kan ve Koloni kitapları var ama sana göre ikisi de vasatmış :-( Bir arkadaşım Koloni kitabını çok sevdiğini söylemişti, ben de onu okumaya öncelik vermiştim. Eğer onu sevmezsem yazarla ilgili olumsuz bir şey düşünmeden önce senin söylediğin kitaplardan birini daha okuyacağım.
YanıtlaSilŞimdi benim bir arkadaşım var Koloni en sevdiği kitaplardan biri üstelik öyle kolay kolay beğenen biri de değil :) Yani biraz zevk meselesi beni en çok etkileyen Leyleklerin Uçuşu olmuştu mesela :) Sen önceliğini değiştirme bakarsın Koloni hayatının kitabı olur :)
Silen kötü kitabıdır bence olaylar çok kopuk ve açıkta kalmış ve bir sürü de lüzumsuz konu varmış gibi gelmişti bana..
YanıtlaSilBence Ölü Ruhlar Ormanı daha kötüydü :(
SilEskiden sürekli okurdum favorim Siyah Kan olmuştu, ne yazık ki artık okuyamıyorum bu içerikli kitapları :))
YanıtlaSilSiyah Kan yazarın okuduğum ilk kitabıydı bir sebepten ötürü sevemedim :(
Silivit kaiken diğer kitaplarından hafifti bence de :)
YanıtlaSilKatılıyorum Deeptone bakalım yeni çıkan kitabı nasıl?
SilNefis bir yazı olmuş ^^
YanıtlaSilBen ilk olarak Kızıl Nehirler ile başlamıştım.. Daha sonra Şeytan Yemini, En son okuduğum ise Siyah Kan olmuştu.. Evet dediğin gibi Siyah Kan'da katil baştan belliydi ama hikaye o kadar güzel sürüklemişti ki bayılmıştım ben ^^
Bu kitap da merak ettiğim ama ertelediğim eseriydi.. Grange en sevdiğim yazar ^^
Ben de çok severim Grange'i ama bazı kitapları ile uyuşamıyoruz ne yazık ki :(
SilTam olarak senin gibi düşünüyorum. Doğumcu kısmı gerçekten ilgi çekiciydi, keşke Kaiken kısmına girmeseydi hiç. Ben de okuduğuma biraz pişman olmuştum, diğer kitaplarına göre gerçekten vasattı.
YanıtlaSilEvet sadece Doğumcu olsa çok başarılı bir kitap okumuş olurduk tahminimce :)
Sil