Melanie Daniels
(Tippi Hedren) sipariş ettiği papağını almak için bir kuş dükkanına
girer.Ardından dükkana giren Mitch Brenner(Rod Taylor) Melanie’i satıcı sanıp
ona kız kardeşinin doğum günü için muhabbet kuşu göstermesini ister.
Tabi ki
akabinde anlarız ki Mitch meğersem Melanie’i zamanında mahkemede görmüş,onu
tanışıp ve ona bir oyun oynamış.
Melanie ise bunun altında kalmak istemez
adamın plakasından adını,adresi buldurur ve bahsettiği muhabbet kuşlarını satın
alıp adamın kapısına gider. Ama Mitch’in hafta sonunu geçirmek için Bodega
Bay’a gittiğini öğrenir.İnatçı hatun kuşları teslim etmek için o kadar yolu
tepip kasabaya varır.
Orada Mitch’in kız kardeşinin adını öğrenmek için
kasabanın öğretmeni Annie Hayworth’a(Suzanne Pleshette) uğrar.
Kızın adını
öğrenince bir tekne kiralayıp Mitch’in evine gider kuşları bırakır ve koşa koşa
tekrar teknesine döner.
Kuşları gören Mitch dürbünle denize baktığında
Melanie’i görünce hemen arabasına atlar ve onu karşı kıyıda karşılar. Bu esnada
yaşanacak felaketlerin habercisi bir martı Melanie’e saldırır. Melanie ile
Mitch karşılaştıklarında Melanie bolca yalan söyleyerek Bodega Bay’a onun için
gelmemiş pozisyonu çizer,adam ise ısrarla yemek davet yapınca normalde o gün
dönecekken bir gece daha kalmaya razı gelir. Ve Mitch ve ailesiyle bir akşam
yemeğine katılır.Mitch’in aşırı korumacı annesi Lydia(Jessica Tandy) ve kız
kardeşi Cathy (Veronica Cartwright) tanışır.
Tahmin edilen üzere Lydia
Melanie’i gibi gazetelerin dedikodu köşelerini süsleyen bir hatunun oğluyla
arkadaş olmasına razı gelmez ama Cathy Melanie’i ısrarla doğum gününe çağırır
ve Melanie hafta sonunu kasabada
geçirmeye karar verir.
Bunların akabinde
kuşlar yavaş yavaş kasabalılara saldırmaya başlar ve Mitch ve Melanie kasabayı
bilgilendirmek için elinden geleni yaparlar.
Acaba kuşların bu
saldırgan tutumu nereye varacak?
İzlediğim 5. Alfred
Hitchcock filmi sıralama yaparsak bazı alanlarda 4.,bazı alanlarda 5. sırada.
Anlayacağınız benim için nazarımda bir hayli vasattı.
Filmi neden
sevmediğime gelirsek ilkin bazı sahnelerin fazlasıyla yapmacık olduğunu
söyleyerek başlarım ki Hitchcock’un yönetmelikteki başarısı düşünülürse bu
yapmacıklık bir hayli gözüme battı. Akabinde filmin sonunun muğlak kalması
canımı sıktı,izleyenler anladı neden bahsettiğimi. Ekleyeceğim son nokta ise
diyaloglardaki basitlik ve sıradan gelin-kaynana mevzusunun filmde fazlasıyla
yer bulmasını olurdu.
Peki sevdiğim
yerler,ilk olarak diğer Hitchcock filmlerinin aksine kadın karakterler oldukça
güçlü çizilmişti,diğer filmlerde ki kadınlar hakkında çizilen ezik,güçsüz biraz
da akılsız olur portresi bu filmde minimum düzeydeydi. Hazır kadın
karakterlerden bahsetmişken Tippi Hedren’in son 15 dakikada performansı göz
dolduracak kadar başarılıydı. Bir de kurgunun zamanına göre bir hayli farklı
(kitaptan uyarlama olsa da) olması ve çekimin bayağı emekli olması beğenimi
kazanan yerlerden.
Son söz olarak
IMDb’den 7.8 alan The Birds dört dörtlük bir film olmasa da Hitchcock
külliyatını tamamlamak adına izlenebilir.
Eskiden bu yönetmenle korkardık. Alaca karanlık kuşağı vardı ay nasıl korkardım... :)
YanıtlaSilKuşlar filminin sahneleri ne güzel öyle ya...
Hitchcock hala ürkütebilen bir yönetmen zamanın önünde gidenlerden :)
SilHala bazı sahneleri aklımdadır:)) Hitchcock her filmiyle ayrı muhteşemdi.Alacakaranlık kuşağının sıkı takipçisiydim.
YanıtlaSilHitchcock gerçekten akılda kalan sahnelere imza atan bir yönetmen :)
SilTam bir klasik.. hatırlıyorum
YanıtlaSilBazı açılardan gerçekten etkileyici :)
Sil